0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

12. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

Keyifli okumalar. 🤍

12.BÖLÜM

"Güneşin doğuşunu ilk kez bir kadınla karşılıyorum."

Victor'un sesi kulaklarıma süzüldüğü dakikada daha fazla uyuyormuş gibi yapmanın manasız olacağını düşündüm. Bir süredir uyanmış olmama rağmen gözlerimi açmamakta ısrar ediyor, bu sabaha onun gözlerine bakarak gireceğim düşüncesiyle dehşet bir duygu seline kapılıyordum.

"Sen de mi ilk kez aşık oldun?" diye sorarak gözlerimi açtım.

Gözlerimi açtığımı gören Victor odamın küçük penceresinde olan gözlerini bana çevirdi. Kara gözleri dün sabahki gibi buğuluydu, uyku sersemiyle küçülmüştü. Keten gömleğinin neredeyse tüm düğmelerini çözmüştü, sımsıcak ve hafif tüylü göğsünü görüyordum. Başım kolunun üzerindeydi, burnum omzuna değiyordu. "Evet," dedi ellerini kızıl saçlarıma katarak. "İlk kez aşık oldum."

Düşünceli şekilde esneyip gömleğinin yakalarıyla oynadım. "Yani ilk kez birisini öptün?"

Alnı kırıştı ve gözlerinde garip bir ifade oluştu. Yaklaştırıp alnını zararsız bir şekilde alnıma yaslayıp, "Üzgünüm, öyle değil," dedi beni şaşırtarak. Kaşlarımı sertçe çattım. "Sana yanlış izah ettim."

Uykulu gözlerimi kapatıp açtım ve dudaklarına baktım. "Beni yine kandırdın!"

"Hayır," dedi derhal. Doğrulacağımı anlayınca alnını alnıma daha sert bastırdı. "Aşk doğrudan öpüşmek değildir, sadece öpüşmek değildir. İnsan aşkı duymadığı birisiyle de öpüşebilir."

Kafamı cadının kazanı gibi karıştırıyordu. Ne yani? İlk kez beni öpmemiş miydi? Anladığımı belirtircesine başımı sallayıp, "Yani sana aşık değil miyim?" diye sordum.

"Ah." Alnını alnımdan kaldırıp başını tekrardan kuş tüyünden olan yastığına koydu. "Her öpücük aşk anlamına gelmez. Lakin seninle benim aramdaki öpücük bu anlama geliyordu."

Kuşkucu biçimde gözlerimi kıstım. "Kandırmıyorsun değil mi?"

"Seni kendime inandırmak için neler yapmalıyım, bilmiyorum," dedi oldukça sakin bir sesle. Bir öpüşürken bu kadar yakından görmüştüm yüzünü, bir de şimdi. "Birisine inanmak hiç kolay bir mesele değil. Sana söylüyorum ama ben de insanlara kolay kolay güvenmem. Karşındaki insan o an doğruyu söylese bile içinde hep kuşku duyuyor insan, şeytan aklına girer mi diye..." kara gözleri yüzümün bölgelerinde düşünceli şekilde dolaştı. "Fakat seni kandırmam, üzmem için şeytan bile aklıma giremez Hare."

Söylediklerinin hepsi bir yemin ediyormuş gibi içime işliyordu, belki de bunun sebebi bana bu kadar yakın durmasıydı. Şimdi düşününce dediklerinde çok haklıydı, son söylediği kelamda da haklıydı. Şeytan kimi zaman insanın aklına girip kötülük yapması için onu zorluyormuş, büyücü kadın böyle demişti. Ama şimdi şeytan bana ne derse desin ben Victor'a bir zarar asla veremezdim. Sanırım bu da aşk anlamına gelirdi. Hafifçe gülümseyerek başımı salladım. "Ben de seni hiç kandırmam Victor."

Yüzündeki o endişe verici duygu kayboldu, gözleri çehremin daha da aşağısına kayıp yutkunma isteği oluşturdu. Dudaklarını beni öpecekmiş gibi ileriye uzattığında çok heyecanlandım ama Victor öpmedi. "Bildiğin en kötü şey ne Hare?"

Bu soru aklına nereden gelmişti acaba? Şöyle etraflıca düşününce yaptığım en büyük kötülüğü anlayıp iç çektim. "Kelebekleri ve ateşböceklerini yanlışlıkla öldürmek! Bence en büyük kötülük bu!"

"Bak, senin gördüğün, bildiğin en büyük kötülük bu. Zavallı hayvanları yanlışlıkla öldürmen pek kötü ama dünyada öyle kötülükler var ki Hare, anlatsam dudağın uçuklar."

"Essahtan mı, en kötü şey ne olabilir ki?"

Başını iki yana doğru sallayıp dudaklarını alnımın köşesine koydu. Ona gitmesi gerektiğini söylemem gerekiyordu ama buradayken mesttim. "Aklının ucundan geçmeyecek şeyler oluyor dünya da. Tabi sen bu ormanın içinde, tüm zararlı şeylerden uzaktasın. Bundan memnunum aslında, sen bir insanın özüsün, hiçbir değişime uğramamışsın."

Zannımca güzel şeyler söylüyordu, kelamları ilk duyduğumda derhal anlayacağım kelamlar değildi, sanki üzerine düşünmem gereken şeylerdi. Anladığım şuydu ki bu ormanın dışında, dünyada çok fena şeyler oluyordu ve ben bunların dışında, bir insanın özüydüm. Elimin içini yanağına koyduğumda göz kapakları kapandı, kemikli çenesinin sertliği avucumda baskı yaptı. "Keşke sen de haydutluk yapmasan."

Gece bana haydutlarla alakalı bir şeyler söylemişti ama uykulu olduğumdan herhalde hiç hatırlamıyordum.

Hiçbir şey demeden yüzünü elime doğru kaydırdı, dudaklarını bileğimin içine bastırıp sesli biçimde öptü. Duyduğum öpücük sesine gülümsedim ve gıdıklandığım için elimi çektim. Kafasını geriye çekti ve üzerimizdeki örtüyü çekip doğrultu. Gitmeliydi, doğru. Şafak süzülüyor, tan ağarıyordu. Cadı birazdan beni teftişe gelebilirdi, henüz uyanmadığına emindim; aşağıdan hiç ses gelmiyordu.

Victor eğilip yere koyduğu çizmelerini aldı, pantolon paçalarının üzerine giyindi. Yanında kılıcını getirmemişti, bunu nasıl riske almıştı. "Atın burada mı?" Diye sorduğumda başını salladı. Doğrulup gömleğinin düğmelerini ilikledikten sonra tekrar yatağa yöneldi, tek dizini bastırıp yatağa çıktı ve yüzümü avuçları arasına aldı. "Akşama doğru seni görmeye gelirim yine, köprünün oradan. Gelemezsem de yarın gelirim, kaygılanma sakın."

"Akşama gel," dedim hevesle.

Alnımdan öpmek için az daha alçalması gerekti ve geri uzaklaştığında kendisine kanı anımsatan gözlerime derinlemesine baktı. "Çok tatlısın."

Geriye çekilip cama doğru yürüdü, dört ayaklı masamı kenara itip camdan dışarıya asıldı. Yere doğru zıplayıp bir anda yok oldu, biraz sonraysa ormanda atın nal sesleri yankılandı.

Ormanın içinde kaybolmuştu.

Gidişine hüzünlenip yatağımdan doğruldum, elimle onun izinin çıktığı yatağı okşayıp kalktım. Üzerimde epey açık bir gecelik vardı, bunu yalnızca geceleri giyiyordum. Elimi, onun dudaklarının geçtiği yerlerde dolaştırdım ve üzerimi giyinmek için ikin odamın kenarındaki bezin yanına yürüdüm. Elbiselerim, eteklerim ve gömleklerim katlanmış vaziyette burada duruyordu. Victor akşam gelebileceğini söylemişti, bu yüzden güzel bir elbise seçtim.

Bu elbisenin kolları dirseklerime kadar geliyordu, eteğinin uçlarıysa bileklerime kadar. Gerdanımın bir kısmı giyindiğimde açıkta kalıyordu. Üzerime temiz çamaşırlarımı giyindikten sonra elbisemi vücuduma geçirdim, göğsünde başlayan düğmelerini iliklerken geceyi düşündüm. Onun kollarında geçirdiğim, çok huzurlu bir geceydi.

Elbisemin tüm düğmelerini ilikledikten sonra kızıl saçlarımı cadının bana verdiği bir fırçayla düzeltip sırtıma attım. Cama ilerleyip Victor'un giderken yana çektiği masayı düzelttim, camların arkasından geyiğime bakıp el salladım. Puşt, beni görmedi!

Ona sinirlenip arkamı döndüm ve odamdan çıkıp basamakları inmeye başladım. Cadı uyanmış olabilirdi ama yeni arkadaşımı merak ediyordum.

Son tahta basamağı da inince cadı kadını gördüm. Ocağın üzerine demlik koymuştu, sanırım bir çay yapıyordu. Başımı diğer tarafa çevirince prensesin uyandığını, camın önünde dikildiğini gördüm. Henüz ikisi de beni fark etmemişti. Mutfağa doğru yürümeye başladığımda cadı başını kaldırıp beni gördü. "Günün aydın olsun al kızım."

Ona pek kırgındım, beni kandırmış olduğu aklımdan çıkmıyordu ama bunu ona da söyleyemezdim. Sakince başımı salladım ve ilerideki cam bardağa doğru ilerledim. Kelebeklerimi görmek için bardağın üzerine koyduğum tabağı kaldırdım ve kelebeklerime baktım. Baktım, baktım, baktım. Yalnızca ikisi uçuştu, diğer bir kelebek olduğu yerden hareket etmedi. Gözlerim anında yaşardı ve kelebeklerden birinin öldüğünü fark edince tabağı cam bardağın üzerine örtüp hızla geriledim, sırtım tezgâha çarpınca durdum.

Ölmüştü. Kelebeklerimden birisi ölmüştü.

Arkadaşlarımdan birisi ölmüştü.

"Hare, neyin var kızım?"

Başımı cadıya çevirerek parmağımla cam bardağı gösterdim. "Kelebeklerimden birisi öl... ölmüş."

Aysima'nın da bu tarafa doğru yürüdüğünü görünce başımı önüme eğdim ve ağlamaya başlayarak şöminenin önüne gittim. Dizlerimi kırıp oturdum ve yüzümü dizlerime gömüp ağlamaya başladım. Büyücü kadın ah vah ederek yanıma gelirken, "Hare neden ağlıyorsun? Evladım senin zaten kelebek öldürmüşlüğün de var," dedi.

Hıçkırıp yüzümü dizlerimden kaldırdım.

"Ne bunaksın sen be! Hep unutuyorsun! Söyledim ya, ben onları öldürmüyordum, hayatta kalmayı öğretiyordum!"

"Tamam al kızım, ceylanım. Hadi, ağlama." Cadım elinin içiyle saçlarımı aşağıya doğru okşadı. "Yine bir kelebek bulursun."

O kelebekleri bana Victor bulmuştu. Tam tamına üç taneydi! Sakla demişti, saklamıştım ama birisi ölmüştü! Çok üzgündüm. Arkadaşım olmuştu onlar benim, nasıl terk ederdi beni! Hıçkıra hıçkıra ağlarken, "İki kelebeğin daha var," dedi Aysima.

"Onlar da yok artık."

"Oradalar."

"Özgür bırakacağım onları, yoksa belki onlar da ölür!"

Büyücü annemin buruşuk ellerini çenemin altında hissettim. Yüzümü dizlerimden kaldırıp ıslak gözlerimin içine baktı. "Ömrü o kadarmış yavrucağım, sen ne yapabilirdin?"

Omuzlarımı oynattım. "Hayır, onların ömürleri uzun."

Victor öyle demişti, yoksa beni yine mi kandırmıştı? Eğer kandırdıysa... onu gerçekten vururdum, üstelik sadece kalbinden de değil. Söz vermişti, sihhatim söz konusu olmadıkça beni kandırmayacaktı. Gözyaşlarımı parmaklarımla silerek oturduğum minderden doğruldum. "Başka buluruz al kızım, üzülme sen."

Bunağa başımı sallayıp alçak sedirde oturan prensese döndüm. "Sen daha ne kadar burada kalacaksın?"

"Beni aramaya çıkmışlardır. Yakında ormanın içinde bu evi de görünce kapıyı çalar."

Tabi, o bir prenses olduğu için bir sürü kişi onu arıyor olabilirdi. Başımı sallayıp şöminenin önüne yürüdüm, içeride yanan odunları izlerken, büyücü kadının da doğrulduğunu gördüm. Söylene söylene mutfak tarafına geçtiğinde, Aysima elbisemin ucundan çekiştirip kısık bir sesle, "Sabahleyin odana geldim," dedi. "Yanında biri yatıyordu."

Duyarsa beni öldüreceğini bildiğimden dönüp cadıya baktım. Duymamıştı. Dizlerim üzerinde alçalıp Aysima'ya daha yakından bakarken, "O Victor," dedim gülümseyerek. Gözümde parlayan yaşları bir daha sildim. "Beni çok özlemiş. Gece geldi, sabah ışıklarıyla beraber de gitti."

"Hıı." O da benim gibi sessizce konuştu. "Bir an çok korkmuştum ama sarılarak uyuduğunuz için endişe etmedim sonra."

Gülümseyip burnumu çektim. "Sarıldık."

Aysima gülümsedi. "Onu seviyor musun?"

Sevgi... Bu hissin tam manasını bilmiyordum, kimseyle bunun hakkında konuşmamıştım. Nasıl olur da birini sevdiğini anlardın ki? Ya da bu mühim miydi? Ben Victor yanımda olsun, benimlen konuşsun, bana bilgi öğretsin istiyordum. Tamamen yere çöküp dertli dertli konuştum. "Sevgiyi nasıl anlarım?"

"Bir bakalım." Uzun kirpiklerini ardı ardına kırpıştırıp sakince sordu. "Ona sarılınca kalbin hızlı hızlı atıyor mu?"

"Atıyor," dedim. Atıyordu ama herkese sarılınca olmuyor muydu zaten bu? "Lakin bu neyi açıklar ki? İnsanların kalpleri birbiriyle yakınlaşınca hızlı atmıyor mu zaten?"

Kaşlarını çattı. "İnsanın kalbi o şekilde atmaz ki. Bir erkekle sarıldığında, ona yaklaştığında kalbin hızlı hızlı atıyorsa, heyecanlanıyorsan o erkeği sevdiğin anlamına gelir."

Aaaa.

Ben Victor'u seviyormuşum!

Ellerimi hayretle ağzıma kapattım. "Essahtan mı?"

"Evet. Benim kalbim de kocama sarıldığımda hızlı hızlı atıyor."

Düşünceli şekilde başımı çevirip camdan dışarıya bakmaya başladım. Yanılmışım, sandığım gibi değilmiş. Beynimin kurmacasıydı bu, kalbimizin herkese hızlı attığı yoktu. Heyecanlanınca hızlı atıyordu ve ben Victor'un yanında heyecanlanıyordum. Bu da sevginin belirtilerinden birisiydi.

"Bana bilgi öğrettiğin için teşekkür ederim," dedim Aysima'ya ve oturduğum yerden hızla kalktım.

"Nereye?"

"Yazmaya."

Uçlarına basıp düşmemek için eteğimi hafifçe kaldırdım ve tahta basamakları çıkıp odama girdim. Cadının girmemesi için kapıyı sıkı sıkı kapatıp koşarak masamın başına geçtim. İskemleyi geriye çekip oturdum ve önüme bir parşömen kâğıdı çektim. Kuş tüyünden kalemimi mürekkebe batırıp kaldırdım ve eskimiş duran kâğıdın üzerine değdirdim. Büyük harflerle yazdım.

Victor'u seviyorum.

Gülümseyerek kâğıdı, yazıların kuruması için üfledim. Mürekkep ıslak olduğu için kuruması vakit almıştı. Daha sonrasında kâğıdı katlayıp kenara koydum, geceden bu zamana dek yanan muma baktım. "Victor bir daha ne zaman gelir ki acaba? Ben onu çok özlüyorum."

Başımı az yukarıya itip dört köşeli camdan dışarıya baktım. Geyiğim ağaç dibinde otlanıyordu. Ona gülümseyip cama tıklattım, başını kaldırıp saf saf etrafına bakındı. "Geleyim de seni bir vurayım," diyerek ardıma döndüm ve etrafta okumu aradım. Şöminenin önündeydi, koşa koşa onu almaya gittim ve oku alıp kapıdan fırladım.

"Nereye?" diye sordu prenses Aysima.

"Geyiğimi vuracağım."

Elimdeki okla beraber geyiğime ilerlediğimde beni fark etti ve boynuzlarını ağaca çarparak döndü. Benimkisine benzeyen kan rengi gözlerine bakıp okumu kaldırdım ve atıyormuş gibi yapıp yayı hareket ettirdim. "Al işte, bak ok attım sana!"

"Pişt!"

Atımlan konuşurken civarımdan bir ses duydum ve başımı hemen kaldırıp baktım. Bir gölge gözüme çarptı, bir erkeğin gölgesiydi. Uzağımdaki ağacın ardında duruyor, bana bakıyordu. Kaşlarımı sertçe çatıp bu kez okumu essahtan kaldırdım. "Sen de kimsin!"

"Tanımadın mı beni?" diyerek bir adım öne çıktı genç adam.

Tanıdığım birisi olduğunu anlayarak ben de bir adım ilerleyince onu hatırladım. Kalbimi bir acı sardı ve ellerim okumla beraber aşağıya indi. Oradaki kardeşim Dora'ydı.

"Hatırladım," dedim ve Dora'nın bakışları saçlarımda hayretle gezinmeye başladığında o anın yaklaştığını hissettim. Burada ne yaptığından haberim yoktu ama besbelli o da saçlarım ve gözlerim yüzünden lanetli olduğumu düşünüyordu. "Burada ne yapıyorsun?"

Al saçlarıma, gözlerime irkilmiş bir bakışla bakıp bana doğru ilerlerken, "Aslında ben o haydutun peşinden gelmiştim," dedi sert bir sesle. Victor'dan mı bahsediyordu? "Bu eve girdiğini gördüm. Sen onun neyi oluyorsun?"

Victor'u nereden tanıyordu, üstelik haydut olduğunu da biliyordu. Kafamın içinde bu sorunun ağırlığı oluşurken, "Seni alakadar etmez," dedim ve elimle yolu gösterdim. "Git buradan."

"Lakin," dedi ve dalga dalga uçuşan saçlarımı izleyerek kaşlarını çattı. "Niye böylesin sen?"

"Nasılmışım!"

Üzerindeki bağrı açık gömleğiyle bana az daha yaklaşıp baştan aşağıya süzdü. "Saçların, gözlerin bir başka."

Hiçbir şey demedim. Beni lanetleyecek mi, merak etmiştim. Ablasının bir cadı, hastalıklı olduğunu düşünecek miydi acaba annesi ve atası gibi. Sessizliğimi neye yoracağını bilememiş gibi gözlerime bakarak, "Her neyse," dedi ve civarına baktı. "Bir de sen söyle o hayduta! Bir daha obama gelmesin, sevdiğim insanlara zulm etmesin."

"Sevdiğin insanlar," diye yineledim onun sözünü. Önünü ardını düşünmeden konuştum. "Asıl senin sevdiğin insanlar zulm ediyor zavallı insanlara!"

Bakışları anında sertleşti ve kaşlarını çatıp elinde tuttuğu kılıcı kaldırdı. "Ne diyorsun kadın!"

"Ananla atan! Çok iyi kişiler sanıyorsun değil mi? Hiç değiller! Günahkârlar onlar!"

"Sen benim anamla atamı nereden tanıyorsun?"

Ayağımı öfkeyle yere çarptım. "Onları tanıyan benim ama sen tanımıyorsun!"

Daha kuvvetli adımlarla üzerime gelmeye başladı. "Ne diyorsun, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ne tanırsın sen benim ailemi?"

"Çünkü onlar benim de ailem."

Dudaklarımdan çıkan cümle ormanı ve onu derin bir sessizliğe boğdu. Bunu bağırarak değil, kendimin bile hayretle karşıladığı bir fısıltıyla söylemiştim. Bu cümleyi kurmaya hevesli değildim, henüz ben bile onların ailem olduğunu kabul edememiştim ama ben bir yasak, günah, lanet değildim. Saklanmayacaktım, gizlenmeyecektim.

"Onlar senin ailen değil," dedi Dora, elindeki kılıcı düşürerek. Başını dehşet haliyle iki yana salladı.

Burnunun dibine kadar girerek ona hiç olmadığım kadar yakından bakmaya başlarken, "Sen inkâr etsen de öyle," dedim, her harfin üzerine basarak. "Onlar benim de anam ve atam!"

Süregelen dehşeti sanki duyduklarını anlamasına izin vermiyordu. "Bu... Bu nasıl olur?"

"Bak bana," dedim gözlerimi büyüterek. "Gözlerime bak, saçlarıma bak, tenime bak..." uzanıp al rengindeki saçlarımı tuttum, onun gözlerinin içine soktum. "Böyle olduğum için terk ettiler, bıraktılar beni! Farklı doğduğum için, saçlarım senin gibi siyah olmadığı için lanetli saydılar beni!"

"Yalan söylüyorsun," diyerek elini göğsüme koydu ve bir hışımda itip nefes nefese yere düşen kılıcına uzandı. Gözleri kocaman açılmıştı. Bak kardeşim, hayal kırıklığı böyle bir duygu. Yalan dese de gözlerime, saçlarıma bakarak dişlerini birbirine kenetledi. "Yalan... değil mi?"

Çenemi yukarıya dikip kendimden emin bir şekilde, hiç yıkılmadan, "Doğru," dedim sert biçimde. "Annen ve atan, doğduğum gece, sırf hastalıklı olduğum için beni terk ettiler! Ebemin ellerine verip ölmemi istediler. Lakin ölmedim, karşındayım. Üstelik anandan ve atandan daha güçlü ve gururluyum!"

"Sana neden inanayım," diyerek geri geri yürümeye başladı ama o kadar sarsılmıştı ki ayağı yerdeki bir sarmaşığa takıldı. Yaşlı ağacın gövdesine doğru düşerek yüzünü buruşturdu, kalkmaya çalışırken saçlarımı, gözlerimi izledi. "Ne bileyim essahtan söylediğini."

O kesinlikle benim kardeşimdi.

Bu olanlardan kendisi kadar etkilenmedim. Yanına yürüyüp elimi uzattım, niyetim onu kaldırmaktı. Lakin şeytanı görmüş gibi suratıma bakmadan kalktığında açıkçası biraz etkilendim. Oysa ki ona doğruları söylüyor, ailesinin aksine kandırmıyordum. Dürüsttüm, bedeli de bu muydu? Bir şeytan gibi muamele görmek mi? Ona öfke içinde baktım ve ayağımı yere vurup, "Buradan defolup git," diye bağırdım. "Dön ve arkanı git!"

"Senin gibi yalancı bir deliyle kalacak değilim!" diye haykırıp kılıcıyla beraber arkasını döndüğünde dudaklarımı araladım ama ona aynı şeyi tekrar söylemedim. O sersemlemiş vaziyette köprünün yolunu tutarken omuzlarına doğru baktım. Büyük bir yıkım yaşadığı doğruydu ama ben bu yıkımın kendisiydim, üstelik doğduğumdan beri. Çoğu zaman yok sayıyordum ama ben kardeşlerimin aksine lanetlenmiş sayılan, değersiz bir bebektim.

"Biraz bile cesaretin varsa annene ve atana sorarsın senden önce doğan bir bebekler var mı diye?"

O gözden kaybolmadan önce bunları haykırdım ve sonra sırtımı ağacın geniş gövdesine yaslayıp kollarımı etrafıma doladım, tekrar tekrar hatırladığım her şeye lanet ettim. Keşke onların kızı olarak dünyaya gelmeseydim, terk edilme ve sevilmeme duygusunu tatmasaydım. Ağladığımı, yanağıma değen sıcak yaşlar sayesinde anlayıp yere doğru alçaldım ve dizlerime kapanıp hıçkıra hıçkıra ağladım.

Hiç sevilmeyecek bir bebek olarak dünyaya gelmiştim.

Belki de onlar haklıydı, ben hastaydım.

Sevilmemeyi hak edecek bir şey muhakkak yapmış olmalıydım.

Doğruldum ve arkama bakmadan ağlayarak koşmaya başladım. Bir ağacın gövdesinde yer bulana kadar koştum, gövdesini bulduğumda o ağaca tırmandım ve gövdesindeki deliğe uzanarak orada ağladım. Küçücüktü ama sığmıştım. Burada bekleyecektim. Madem kimse beni sevmiyordu, zaten yokluğum da fark edilmezdi.

O ağacın gövdesinde ağlaya ağlaya gözlerimi kapattım ve çok sonraları, birisi tarafından sarsılarak uyandım. Bedenimin uyuştuğunu hissederken adımı söyleyen sese kulak verdim. Bir adam durmadan Hare, Hare, diyordu. Bu erkeğin sesini tanıdığımda gözlerim yavaşça açıldı. Önce karanlığı gördüm, sonra yağmurun sesini duydum. Fırtına çıkmış olmalıydı, ağaç yaprakları hışırdıyordu. Gözlerimi kırpıştırdığımda Victor'un bana eğilmiş, endişeyle yüzümü kavradığını gördüm. Saçları, yüzü çok ıslaktı ve kenara koyduğu bir gaz lambası duruyordu. Gözlerimi açtığımı gördüğünde, "Burada ne yapıyorsun?" diyerek beni ağacın gövdesinden çıkarmaya yeltendi. "Ağaç gövdesindeki deliğe girmeye çalıştım dediğinde seni ciddiye almamıştım."

Buradaydı, akşam vakti geleceğini söylemişti ama onu ansızın karşımda görmeyi hiç beklemiyordum. Sevgisizlikten buraya saklanmış, ağlayarak uyuyakalmıştım. Gözlerimi kırpıştırırken Victor'un arkasından bana bakan geyiğimi gördüm. Victor'un binip buraya geldiği at da ağacın kenarında kişniyordu. Yeniden Victor'un kara bakışlarına bakarak, "Ben burada yaşayacağım," dedim titreyen bir sesle. "Zaten kimse beni sevmiyor!"

Kaşlarını çattı, yüzünden yağmur damlaları akıyordu. Elinin içini yanağıma koyup sıfatıma, kederli gözlerime daha derin bakarak, "Kendine gel, senin birinin bile sevgisine ihtiyacın yok," diyerek beni azarladı. "Geyiğin yolumu kesmese burada olduğunu bilemeyecek, gece boyunca seni arayacaktım. Haydi, çık oradan."

"Çıkmaycam," diyerek onu ittirmeye çalışırken de gözyaşlarımı tutmak için yanağımın içini ısırdım. "Cadı da bıktı zaten benden, sürekli eliylen başıma vuruyor! Kimse sevmiyor madem, ben de burada yaşayacağım!"

Elinin içiyle yüzünden akan damlaları sildi ve o esnada gök gürleyince ortalık mavi bir ışıkla aydınlandı. Victor gökyüzüne bakıp tekrar bana eğildi ve elleriyle belimden tutup ağacın gövdesinden çıkarmaya çalıştı. "Burada yaşayamazsın Hare, çocukluk etme de gel."

"Çocuk değilim ben! Bir ve dokuz yaşındayım!"

"On dokuz," diyerek beni düzeltti ve kara gözlerini kısıp bacaklarımı delikten dışarıya çıkardı. "Tabi çocuk değilsin, hata ettim. Haydi, başını acıtmadan çık dışarıya."

Burnumu çekip elimi ıslak yüzüne koydum. "Bana sarılırsan çıkarım."

Gaz lambası sağ olsun, gülüşünü görmeme olanak verdi. Başını hızlıca salladığında ıslak saçları alnına daha bir yapışmıştı. Bana sarılacağı için çıkmayı kabul edip kollarımı boynuna doladığımda, Victor beni kucakladı ve ağaç gövdesinin deliğinden çıkardı. Yüzüme çarpan serinliği ve yağmur damlalarını hissedip karanlık gökyüzüne bakarken, Victor alçalıp ağaca yaslandı. Beni de kucağına iyice yerleştirip yüzümden tuttu, çenemi kaldırıp gözlerimizi buluşturdu. "Ne oldu da sana gelip buraya saklandın?"

"Kimsenin beni görmeyi istediği yok zaten," diyerek hıçkırdım ve onun gömleğinin yakasını kavrayıp öfkeyle bakmaya başladım.

"Ne sebep oldu böyle düşünmene?"

Ona sebeplerimi söylemeyemeyeceğim için yüzümü omzuna koydum. Islak tenini alnımda hissettim, elini de al saçlarımda. Gözyaşlarım yanaklarımdan usul usul süzülürken, Victor'un kolları beni daha kuvvetli sarmaladı. "Söylemeyecek misin aşkına?"

Kafamı iki yana sallayıp bir daha hıçkırdım ve alnımı boynuna sürtüp sesli halde ağlamaya başladım. Dora da beni sevmemişti, tiksinir gibi bakıp arkasını dönmüştü! Yalan atmamıştım, doğruları söylemiştim. Soluğunun merakla kesildiğini, geyiğimin de yanımıza geldiğini hissederken, "Kimse beni sevmiyor," diye yineledim. "Böcekleri öldürdüğüm için mi?"

"Hare..."

"Annemle atam beni bırakmasaydı uslu bir çocuk olurdum!"

"Sen mi? Hiç sanmam."

Doğru, olmazdım. Bu yüzden yalan olmasın diye, "Evet, olmazdım," diye itiraf ettim. İçli içli ağlıyordum, yağmurun sesi de bana eşlik ediyordu. "Ben geyik olucam, o zaman hiç üzülmem. Belki beni öyle severler."

Beni daha bir sıcak kucakladı. "Geyik mi olacaksın? Olsana."

"Cadıdan büyü tarifi öğreneyim, olacağım."

"Hımm," diye bir ses çıkardı başımın üzerinde ve sertçe yutkundu. "Niye kelebek olmuyorsun da geyik oluyorsun?"

"Hee kelebek olayım da ertesi gün öleyim değil mi?"

Başımın üzerinde gülüp ağacın dalını, daha az ıslanalım diye aşağıya çekti. Yaprakta biriken sular üzerimize akın ettiğindeyse bir küfür savurdu. "Seni evine götüreyim mi?"

"Cadı yine başıma vuracak, bana kızacak! Gitmiycem işte!"

"Hare..."

"Sen gidebilirsin istersen, ben ağacın deliğinde yaşarım."

"Hare..."

Kolumu boynuna bir yılan gibi kıvrakça doladım. "Vazgeçtim. Sen de gitme."

"Hare?"

"Efendim?"

"Ben seni seviyorum."

İnanmam. İnanamam onun beni sevdiğine. Şimdi kalbim ansızın sıcacık olsa da, lanetimin beni sevilmez kılındığına inanmaya başlamıştım. Yüzümü adeta gömleğinin içine gömüp titreyen bir sesle, "Hayır," dedim ama dudaklarım kıvrılmıştı ve Victor beni daha merhametle kavrayıp, "Evet," demişti. Sevgisizlikten yaşları dökülen gözlerim sımsıkıya kapanırken, "Seviyorum," diye yineledi. "Seni seviyorum Hare. Bu seni daha az sevgisiz hissettirir mi bilemiyorum ama ben seni seviyorum."

BÖLÜM SONU.